14 Nisan 2010 Çarşamba

Uzan uzaklara...

" Hani böyle karanlık bir gecede, bir yokuşu inerken, bir köşeyi dönersin de deniz çıkar ya karşına. Sonra o denizde bir gemi belirir, şıkır şıkır ışıklarla geçip gider. Sen sevinirsin, hiç nedensiz. öyle işte. Seni tanıdığımdan beri hep bir gemi geçiyor içimden. "

-------------------------------------------------------

Bir kedi düşün.
Eski bir antikacılar sokağı mesela. Tek tük birileri gelip geçiyor. Nisan'ın ilk günleri, güneş buluttan bir çıkıp, bir saklanıyor. Apartmanların arasından asfalta yansıyor. Minnacık bir noktaya. Bir kedi düşün, o Nisan serininde güneşin vurduğu noktacıkta yatıyor o sokakta. Güneşe veriyor kendini, keyifleniyor. Patisini iki yalayıp, güneşi kovalamaya devam ediyor. Tek derdi biraz haylazlık, biraz keyif, az güneş.

İşte bir bakışında bunlar olan bir adam düşün şimdi.

Sonra ellerini düşün onun. Çalışırken kanat takmışcasına hızlı, becerikli, izlendiğini fark etmeyen, insanı kendine hayran bırakan ellerini. Yaralı biraz, biraz "iz"li, belki yorgun biraz ama güzel ellerini...

Bir ışık ol sonra, düş saçından yere.
Bir şarkı ol, çık ağzından.
Islık ol, uzan uzaklara.

Her gün sıra sıra ışıklı gemiler geçsin önünden, sıra sıra, sürüyle.

-------------------------------------------------------------------

Bir şarap aç, yeşil elma şarabı olsun. Muhakkak Şirince.
"Son Sardunyalar" ı dinle içerken.
Ağır iç, yudum yudum olsun.
Bir şarkı ol, çık onun ağzından. Bir şarkı kadar yakın ol.
Bir kırık ışık ol, düş saçlarına.
Bir kör kuyunun çürük ipini tamir et, her gün yeniden.
Her gün ateş olmanın da zor olduğunu yine söylesin diye kulak kesil.
Bir adım git, yarım adım gel, sevin, hata yap.

Islık çalsın, dinle. Uzan uzaklara...


Her gün sıra sıra ışıklı gemiler geçsin önünden, sıra sıra, sürüyle.

Hiç yorum yok: