18 Eylül 2014 Perşembe

Büyümek...



Kız evlatlar için büyümek eşittir kadın olmak değildir. Evlenmek falan hiç değildir. Kadın olmak eşittir annenin ne kadar bıdı bıdı ettiğin huyu varsa hepsini biiiiiiiiiir bir yapmaya başlamaktır. Bu aklınıza geldiğinde yandan yandan gülümsemektir. Kız evlatlar için büyümek, anneyi anlamak demektir...

- Bulaşık makinasına bulaşığı yerleştirmeden öyle bir temizlemek ki neredeyse yıkamak. (bkz: yiyecek kırıntısı tıkar makinayı yavrum)

- Trilyon adet yoğurt-tava yoğurdu-peynir-saklama kabı biriktirmek. Onlara gözü gibi bakmak. Alıp geri getirmeyene sövmek. (bkz: lazım olur kızım, kap gibisi var mı?)

- Genel olarak her yerde ama bilhassa ev içinde beddua etmemek. (bkz: beddua döner dolaşır edene gelir yavrum!)

- Kaşların üst kısmını almamak. (bkz: kaşın düşer evladım!)

- Küçük evleri daha çok sevmek. (bkz: küçük ev çabuk dağılır ama çabuk da toplanır kızım)

- Yeni alınmış giysiyi yıkamadan sırtına giymemek. (bkz: kimbilir kaç kişi elledi kızım!)

-Yeni alınmış tabak çanağı yıkamadan kullanmamak. (bkz: is olur, toz olur güzelim)

-Temizliği sevmek. (bkz: oh be, temizliği seviyorum)

- İş güç bitince gün batımını ve gökyüzü renklerini izleyip keyif yapmak. (bkz: elinde ne varsa bırak gel, göğün renkleri bir harika!)

- Her "yeni ay" gördüğünde çılgınca sevinmek. Hemen "Ay gördüm Allah, Amentü billah" okumak. (bkz: dilek tut, dilek tut! )

- Eylül ayını daha bir sevmek. (bkz: eylül şans getirir)

- Sardunyaları sevmek. (bkz: bak burdan da sürgün vermiş bebeği olacak kıyamam)

Ve daha trilyon tane buraya sığmayacak şey...

Nesil dediğin şey sanırım böyle biraz. Fotokopini çekmek gibi. Yeni bir suretle devam gibi.
Özetle: Annenizi sevin ama anneninizi sevmekle beraber anlamaya çalışın. Kadının bir bildiği var!

Anlamaya başladığınızda büyüyeceksiniz...


9 Eylül 2011 Cuma

Yaş 31, kutlu olsun!

Kişisel tarihime attığım notlardan birine daha hoşgeldiniz. Bugün benim doğumgünüm. Teknik olarak 31 yaşıma girmeme rağmen kendimi hayata yeni başlayan bir çocuk gibi hissediyorum. 

Bilenler için tekrar olacak ama 20 nisan 2011'de hayatımı kökten değiştiren, hayatımı kurtaran, sağlığıma geri kavuşmamı sağlayan bir ameliyata girdim. doktorum sevgili halil coşkun sayesinde ameliyattan zımba gibi çıktığım yetmiyormuş gibi, sıfır komplikasyon, sıfır şikayet ile 4,5 ayımı tamamladım. 

Yine bilenler bilecektir, tanrı'ya inanır, güvenir ve tanrı'yı severim. öyle kötü, öyle umutsuz, öyle hastaydım ki, tanrı'nın bana doktorumun elleriyle ikinci bir yaşam bahşettiğine inanıyorum. 

Koşamıyordum, yürüyemiyordum, uyuyamıyordum, günde en az üç apranax almadan ayakta duramıyordum. Bunların üzerine bir de çalışmam gerekiyordu ve göz önünde olduğum bir iş yapıyorum. 

Her gün pansuman yapmam gereken korkunç açık yaralarla uğraştığım -evlerden uzak- bir hastalığın başını çektiği bir dizi hastalığım vardı. Sözlükten bir çok arkadaşımın dahi bilmediği bu hastalıkla yıllarca savaştım. Yıllarca baştan ayağa banyo yapamadım. Yıllarca vücudumun bazı bölgelerini serumla yıkamak zorundaydım. Yıllarca güneşten kaçtım, dokunuyordu. Yıllarca denize giremedim. Yıllarca -amaaan bunda ne var ki- diyebileceğiniz bir çok şeyi yapamadım. Dikkatinizi bile çekmeyecek şeyleri yapmak için o kadar uğraş vermem gerekiyor ve yapamıyordum ki... 

Bağdaş kurup oturmak, bacak bacak üstüne atmak bile içimde ukteydi. Yıllarca kendime ait olmayan bir yükü taşıdım. Bu o kadar nadir görülen ve hakkında az bilgi olan bir hastalıktı ki, doktorumla tanışana kadar benim de ne nasıl geçeceğine dair bir fikrim yoktu. 

Teknik olarak bugün doğmama rağmen 20 nisan 2011'de bana tanrısal bir format atıldığına inanıyorum. Bu dramatik bir söylem gibi gelebilir size ancak kabul edin ki haklı sebeplerim var. 

20 nisan 2011'den şu güne [her biri sıkı doktor kontrolünde] 4 küsur ayda 42 kilo verdim. Sırtımda bir yük gibi taşıdığım bütün hastalıklarımdan çok kısa bir zaman içerisinde kurtuldum. Artık morbid obez, hatta obez bile değilim. vücut kitle indeksine göre "fazla kilolu" sayılıyorum artık. Üstelik bu mücadelem orada "zayıf" yazana dek sürecek. 

İyileşmek, hayata tekrar sarılmak, ikinci bir şans, zayıflamak, hareket edebilmek, tatile gidebilmek, denize girebilmek hatta en basiti sırt üstü uyuyabilmek ve evet bağdaş kurabilmek!  

Lütfen hayatta "özelliksiz" sanarak yaptığınız şeylere bir bakın. Hayatınıza şöyle bir göz gezdirin. Neleri hiç dikkat etmeden yapabildiğinize şaşıracaksınız. Bunlar sahip olunmadığında o kadar değerli, bunları yapabilmek o kadar büyük lütuf ki. sağlıkla aldığınız her nefes, geçirdiğiniz her gün öyle özel ki. Hayatınız her dakikası bunu hatırlayın demiyorum ama çaresi olan şeylere üzülürken aklınızın bir köşeciğinde kalsın olur mu? Zira hayat dediğiniz skeçte, çaresi olan bir şeye üzülmek o kadar afaki ki. Parasızlık, başarısızlık, aşk acısı, mutsuzluk ve bunlar gibi değişmesi an meselesi olan şeyler, o kadar geçici ki. Lütfen ömrünüzü, o güzel ömrünüzü yıpratmayın bunlara üzüleceğim diye. 

Hayatımda belki de sağlıklı girdiğim ilk yaş 31. sağlıklı, mutlu, şükür dolu. Eskiden de mutlu bir insandım (herkesin sandığı kadar sevgi pıtırcığı olmasam da) lakin içimdeki fırtınaları çok az kişi görebiliyordu. Buna izin vermiyordum. Hasta olmak bir zaaf gibiydi. gösterilmemesi gereken bir kusur gibi. Yıllarca içim başka, dışım başka yaşadım bu yüzden. Şişmanlığın hayatıma zorla sokuşturduğu eksileri saymıyorum bile. 

İnsanlar, dışarıda yanından geçtiğiniz ya da çok yakın arkadaş çevresinde olup da bilmediğiniz insanlar şişmanlığı eleştirebilir. Eleştirecektir de. Dalga da geçecektir. Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler. Hayatım boyunca "ay ben neden şişmanım, ay niye böyle" demedim ben, zira uğraşmam gereken çok daha major şeyler oldu hep. Bu sebeple de dışarıdan "kilosunu takmıyor, kendiyle barışık" gibi göründüm. Halbuki kazın ayağı öyle değildi. Yaşamak daha önemliydi, hayatta kalmak. 

Şimdilerde duyuyorum bir çok insan benim salt zayıflamak için bu kadar şeyle uğraştığımı ve bıçak altına yattığımı düşünüyor. "oh ne güzel ameliyat oldu löp diye kilo verdi, işin kolayına kaçtı vbg." şeyler duyuyorum. Bu kadar ayrıntılı yazmamın sebebi belki de bu. İnsanlar ne sanıyor acaba? Ameliyatla 50 kilo alındığını ve ortamlara salındığımızı mı? Ameliyat oldum çünkü -yaşamak için- başka çarem yoktu. Ameliyat hayatımda verdiğim en iyi karar, doktorum ise hayatımda tanıdığım en muhteşem insanlardan biri. Bu o kadar büyük şanstı ki benim için. Böyle düşünenler için obezite ve metabolizma cerrahisi sandığınız gibi şeyler değil canlarım. Sadece kiloluysanız, obez ya da morbid obez değilseniz, yandaş hastalığınız (diyabet, tansiyon, uyku apnesi vs) yoksa kolay kolay düşünebilen ve yapılan bir şey de değil. Sırf ameliyatla, rejim yapmadan, egzersiz yapmadan hoppala paşam, malkara keşan diye diye sizi zayıflatan bir şey de değil. Yeryüzündeki her türlü yöntem yerseniz size kilo aldırır. Öyle sihirli, hemen her sorunu halleden bir şey yok dünyada henüz. Olsaydı bilirdim inanın bana. 

Velhasıl 4 küsur aydır gözünüzün görüp görebileceği en katı rejimlerden birini yapıyorum. Günde 500 kalori almam gerekiyor lakin ben 350'sini doldurabiliyorum. Çoğu dalga geçiyor artık benimle. Haklılar da. Evde yemek yediğim tabak şirinler köyünden çıkmış gibi, ufacık. Porsiyonlarım bebek maması kadar. Eşşekler gibi spor yaptım ve şimdi de (hızlı kilo verdiğim için) yürüyüş yapıyorum. Yani öyle otura otura kilo kaybı yok canlarım. Keşke olsaydı. 

Velhasıl dört küsur aydır ben bu iş için kendimi yırtıyorum. Yakından tanıyanlar çabamı görüyor. Facebook'ta ekli olan dinleyici ve izleyiciler fotoğaflardan takip ediyorlar. Etrafımdaki çoğu insan, bilhassa dinleyicilerim beni çok motive ediyor. bu açıdan da o kadar şanslıyım ki. 

Evet kilo vermek diyorduk. Dün itibariyle 42 kilo oldu kilo kaybım. Çok mutluyum, sağlıklıyım evet ama ne yazık ki bunun ağır bedellerini ödüyorum. Daha ağırlarını da ödeyeceğim. Hayatta hep insan kimliğim öndeydi benim. Hiç kadın kimliğim öne çıkmamıştı. Şimdilerde (-30 kilodan sonra) benden önce bir kadın yürüyor ve ben bundan hoşnut değilim. Alışmamışım. Böyle bir hayatı bilmiyorum, korkuyorum. 

Kaç zamandır kanka sıfatı ile yanımdaki bir kısım insanın bana kadın gözüyle bakıp yazmaya, hatta tacize başlaması, bir kısım arkadaş dediğim kadınların beni rakip olarak görmeye başlayıp uzaklaşması ya da diş geçirmeye çalışması. Hayatın bu yüzünü bilmiyordum ben zira obezseniz cinsiyetiniz çok aşağı sırada kalıyor sosyal ortamlarda. Ben hep insan olarak kabulüme alışkındım, hep öyle mutlu ve güven doluydum. Şimdi kendimi bir grup profesyonel trapezci arasında, altında ağ olmadan yürümeye çalışan amatör bir ip cambazı gibi hissediyorum. 

İnsanlara olan güvenim o kadar kaygan bir zeminde ki. Kilo vermeden önceki güvenim, hayata karşı duruşum...Bunlardan eser yok. İnsanlar benden "inanma" yı çaldılar mealinde bir lafı vardı Sabahattin Ali'nin. İşte aynı böyle. Kilo vermeden önce aklı daha iyi şeylere çalışan, daha iyi bir insandım. Zihnimin kirlendiğini ve masumiyetine saldırıldığını hissediyorum. Bu ağır bir bedel, düşündüğünüzden çok daha ağır. Daha da ağırı bununla yaşamaya da alışacak ve korkarım onlardan biri sayılacağım uzaktan bakılınca. 

Onlardan biri olmayacağım lakin, olamam. Çünkü yıllarca kadın'dan önce insan gibi davranılmış olmayı tatmış olacağım. Kilonun getirdiği sosyal güveni yaşamış olacağım ve bu hep aklımın bir köşesinde olacak. Ortama güzel hatun girince sevgilisinin üzerine abanan kadın olamayacağım hiç, Bunları hatırladığım için. 

Bedeller zor, bedeller ağır fakat ödenmesi gerekli. Yeni bir yaşam için değer mi derseniz, kesinlikle değer. Naturanızda iyilikle doğuyorsunuz ve bu zamanla kirleniyor. Kurtaramayacağınız kadar kirlenmesin, kötü olmayın tek dert bu. Varsın benim de ruhum kirlensin biraz. Varsın bunu da göreyim. Yaşamak için o kadar değer ki. 

Bu kadar sabredip buraya kadar geldiyseniz şayet, tebrikler. Değişiyorum, değişeceğim. Hayatta sabit kalabilmek matah bir halt değil çünkü. Çok yanyanayken farklı yönlere ayrıldıysak birden, ya da apayrıyken birleştiyse yollarımız sebebi bu. 

2011 bana yeni bir nefes, güzel bir format, şahane bir doktor, koşabileceğim ayaklar, iğne yapmadan geçirebileceğim pansumansız bir ömür verdi. 
Ayrıca muhteşem, nefesimi kesen, mutluluktan ağlatan bir aşk da. Ailemin ne kadar muhteşem olduğunu bir kez daha anladım. Dostlarımın, dinleyicilerimin de. Bu kadar destekle istesem atom mühendisi bile olabilirdim bence. Varsın negatiflikleri olsun, varsın bedelleri olsun. 

Ben ilk kez yüzde yüz yaşadığımı hissediyorum. 
Ben ilk kez bu kadar hayata karıştığımı hissediyorum. 
Ben ilk kez bu kadar mutluyum. 
Ben ilk kez "acaba ne zaman öleceğim?" diye düşünmüyorum. 
Ben ilk kez hiç ağrı kesici almadan, iğne yapmadan üst üste dört ay geçiriyorum. 
Ben ilk kez bu yaz denize girdim yıllar sonra. 
Ben ilk kez bağdaş kurdum, sırt üstü bebek gibi uyudum. 
Ben ilk kez bacak bacak üstüne attım. 

Ben ikinci kez doğdum. 
Ben yeniden doğdum. 
İyi ki doğdum. 
Pastaya sadece iki mum lütfen, sırf bu yüzden... 
Mutlu sonlara inanın lütfen, sırf bu yüzden...

19 Ağustos 2011 Cuma

Mahrem














"Geçmiş, dünden bahsetmek lezzetsiz, gelmemiş yarından hep mi şikayetçiyiz biz?"

Güzel bir öğleden sonra, kahveler içilmiş, üç kadın sohbet ediyor. Sohbet koyu. "Sevmek" diyor bir tanesi. Bir köşede, sakin, acelesiz, soluk alır gibi. Telaşsız, dinlenir gibi sevmek..."

Düşünüyorum. Çok düşünürüm ben, birazcık da bundan kırdığımı düşünüyorum aslında. Bambaşka işler yaparken bile düşünürüm. O zaman da düşünüyorum. Telaşsız, dinlenerek sevmek...Olabilir mi gerçekten diyorum, var mıdır böyle birileri hala hayatta?

Keşke diyorum. Keşke benim de hayatımda böyle biri olsa, gelse çarpsa hayatıma. Çarpsa ama kırıp dökmeden, dağıtmadan çarpsa. Kalbim tekrar aşkla çarpsa diyorum.

Geçmişin hesaplarını kapatalı, defterlerini düreli çok olmuş. Hatta öyle uzun zaman olmuş ki; aşkı bile unutmuşum. Aşkın acı yüzü aklımda kalmış, aşkı öyle anar olmuşum.

Keşke diyorum, bunu derken "çok istersen olur" kısmını düşünmeden, can - ı yürekten diyorum...

"Sen geldin, benim kuytu köşemde durdun..."

Çok önem verdiğim şeyleri söze dökemem ben. Bu hep böyleydi. İsterse dünyanın en sosyal insanı olayım, isterse mesleğim bin kişinin önünde olmak olsun, iş çok önem verdiğim şeylerden konuşmaya gelince tıkanırım. Kelimeleri severim ben. Satırları, satır arasında saklı kalanları, teşbihleri, hınzır laf oyunlarını. Kelimelerle, sayfalarla rahatım. Yazarak yaşıyorum hayatın zahir kısmını.

Bunu çok kişi önemsemedi hayatımda. Yazdıklarımı hep beğendiler ama yaşamı yazdığımı hep esgeçtiler. Sonra sen geldin, benim en güzel, en serin, en kuytumda durdun. Kalbimden önce kelimelerimi anladın. Benden önceki beni okudun. Beni okuman, benim için yaptığın en önemli, en güzel şeydi ve ben bunu sana hiç söyleyemedim.

Sen geldin, acemiliğini çektiğim hayatta elimi tuttun. Hayat bana çok yabancıydı, herkes çok değişmişti. Aynı senin gibi, "çölde bir çiçek" gibi kalakaldığım hayatta sen geldin, yanımda durdun.

"Adınla uyanır kulaklarım, yüzünle açar göz kapaklarım..."

Yalan değil, çok korktum, çok geri basmaya çalıştım. Mutluluktan korkulur mu dediğinde bile korkuyordum ben. Hala da korkuyorum. Mutlu sonları sevdim hep ama çok aşina değilim biliyorsun.

Bize öğretilen masallarda hep kötüler cezasını çeker, iyiler mutlu olurdu. Onları sevdik, hep hayattan onu bekledik. Görmedik ama kötünün cezasını. İyiler ağlıyordu hep gerçek hayatta. Mutlu sonlar değersizleşti gözümüzde sonra. Kendime hep iyilerin kazandığını hatırlatarak aktım sana.

Mutluluk güzeldi, seninle yaşananı ise tarifsizdi. Ellerini tuttuğumda dünyanın en güçlü, en sorunsuz, en mutlu, en güzel kadını oluyordum ben. Gülerken gözlerinin kenarında esmer çizgiler oluyordu, gözlerin kısılıyordu. Sarıldığımızda içini çekiyordun, kısacık. Sanki ilk nefesini alan bir bebek gibi. Çok sevindiğinde kaşların yay gibi oluyor, elmacık kemiklerinin üstü kızarıyordu.

Sorgulamayı bıraktım sonra. Gözlerinin, gözbebeklerinin gerçekten gözlerime değdiğini anladığımda. İncelemeyi bırakıp yaşamaya başladım.

"Bir tek bu hüznü sen boğarsın, ipek tenin derime batsın!..."

Neyi alıp götürdüğün hakkında bir fikrin var mı? Gözlerimin ardında hep bir hüzün tülü vardı benim. İyileşince biraz daha hafifleyen, yine de hep orada olan.

Yalnızlıkla, yanlışlıkla hep biraz daha sert çekilen, hep biraz daha içe gömülen. Ben senin de diğerleri gibi onu çekelemeye çalışacağını sanarken sen yırtıp attın onu, çekmeden, incitmeden. "Benim iyiliğim için" bana kötülük yapanlardan yıldığım anda sen gelip kalbimin, en mahremin kapısını zorladın. Sen geldin benim tam önümde durdun, mahremim oldun.

Hayata boyalı bir cama tırnağımla attığım çizikten bakıyorken ufkum oldun, tertemiz.


Öğrenmem gerekiyor benim. Hayata güvenmeyi, -ne kadar mistik gelirse gelsin kulağa- akışa bırakmayı, senin de söylediğin gibi bir şeyleri düzeltmemeyi. Öğreneceğim. Bir köşede sakince, usulca, telaşsız, acele etmeden seni severken öğreneceğim.

Gözlerimin üstüne gözbebeklerini örttüğümdeki huzurla, elini tuttuğumda hissettiğim güçle, aynı şeye attığımız kahkahanın keyfiyle, aşkın iyi yüzüyle, batınımla, zahirimle ama hep seninle...

Hoşgeldin sevgilim, hayatıma, kelimelerime hoşgeldin.
İyi ki geldin...



"Seni içeren masallarım anlatılacak kadar kısa değiller."







4 Temmuz 2011 Pazartesi

Neredeydim, nerelere geldim!

Merhaba sevgili okuyucu,
Nasılsınız işallah? Öyle böyle değil, aylar olmuş yazmayalı, önünü alamamışız. Bugün yatarayak dedim ki artık yeter! Zira neredeyse her yayında, her görüşmede bloga yazı yazmadığım için şikayet ediyorsunuz. Çok haklısınız. O yüzden iş bu yazı bir edebi metin tadından ziyade bir güncelleme içerecek.

Ne yaptım bu aylar boyunca, yazmadan durmamam malumunuz. Bir kısım yazımı sözlüğe, bir kısmını da içime yazdım. İçime yazdıklarım kısmını zaten burada çok yakında göreceksiniz. (Müjdeler olsun)Diğer yandan da blogda sıkça yazdığım doktor kontrolü, ameliyat bahsi sonunda 20.04.2011'de gerçekleşti. Gayet gördüğünüz üzere çok şükür sağlıkla kalktım ameliyat masasından. Her şey çok yolunda gelişti. Vakıf Gureba hastanesinde 7 günlük istirahatten sonra bomba gibi evime döndüm. Vesileyle beni ayağa kaldıran ve hayatımı değiştiren muhteşem insan Doç.Dr.Halil Coşkun'a tekrar tekrar teşekkür olsun.

Sadece iş bu ameliyat için bir haftacık ara verdiğim yayınlarım hala tam gaz devam ediyor. Cumartesi günleri saat 13:00'te "Uzun Lafın Sopası" ile, Pazar geceleri 21:00'de de "Gökyüzünde Karpuz Kesen Kırgızlar" ile www.sourberry.org'da tam gaz yayındayız.

Bunun dışında bir bomba haberim daha var. Asla üzerinize gül koklamak gibi olmasın, yeni bir bloga başladım. Aslında yaşadıklarımı buraya yazıp devam etmeyi çok düşündüm fakat yeni yazdığım blog tamamen farklı bir konuda ve edebi muhteşem eserlerimi yazamayacağım, bambaşka mecralara akacağım bir yer.

Biliyorsunuz ya da bilmiyorsunuz kendimi bildim bileli pehlivan gibi, şişko patates kıvamında bir insandım. Olduğum ameliyatla birlikte şimdilik epey kilo verdim. Diyabet ve diğer tüm şikayetlerim bitti. [Buraya nazar boncuğu gelecek] ve dolayısıyla hem kişisel kilo alma-kilo verme maceramı kaleme almak istedim, hem de ameliyat olmak isteyen herkese yaşadıklarımı aktarmak istedim. Eğer ilgilendiyseniz ya da orayı da okumak isterseniz, yeni blog adım Sensin Obez!

Şimdilik yazıyla, çiziyle, yayınla zaten ameliyattan iyi kalkmış "ben"liğimi daha da iyileştirmeye çalışıyorum. Yakın zamanda görüşeceğiz lakin. Ruh birikti, kaynıyor...

Çokça sevgilerimle, sağlıkla.

30 Mart 2011 Çarşamba

Fotoselli insanlar!

En az sabah yataktan cıvıl cıvıl kalkan, mutlu uyanan insanlar kadar kıskandığım bir gruptur fotoselli insanlar. Zaten hayatta gerçekten kıskandığım çok az şey olduğu için yazayım, içimde kalmasın istedim.

Hepinizce malum dünyanın olup olabilecek en alengirli havası olan ve dört mevsimi adeta bir arada yaşayan ülkesiyiz. Misal daha bugün cayır cayır bir güneş Kadıköy-Üsküdar semelerını kavurmaya başladı fakat saat 2:29 itibariyle güneşe aldanıp kombiyi kapattığım için kıçımız dondu afedersiniz.

Çok özeniyorum, çok! Aynı; yağmur damlasının d'si gözüktüğünde elinde bir koli şemsiye ile duraklara, yollara fırlayan meteorolojik satıcılar gibi, bu insanlara da çok özeniyorum. Kim bu insanlar? Güneşin ışınları daha ış kıvamındayken olaya fotoselleriyle uyanıp, dolaptan incecik kıyafetlerini ve babetlerini takınıp çıkan hatunlar, incecik t shirt üstü ceketlerini daha yaz değil, bahar bile geleyazmadan buluveren insanlar!

Yahu sabahları buz gibi, işe giderken nerden gördün güneş açacağını da babeti giyiverdin? Öğlen giydin desen 4 saat sonra buz keseceksin? İşin komik tarafı ben bu insanları hep böyle havaya hazır nazır gördüğümde şunu düşünüyorum:

Şimdi benim yazlık-baharlık bir ayakkabı ya da giysiyi takınıp çıkabilmek için evde en az iki saat harcamam lazım. Neden? Çünkü her şeyim hurç adını verdiğimiz toplangaçlarda. Bahar kökten gelip de "eööaa artık soğuk yapmaz." fikir birliğine varmadan onları ordan çıkarmak bir zulüm, zira kışlık-sonbaharlıkları toplayıp koymazsan onlara yer yok! 60m2 eve dört mevsimi ancak valiz ve hurç dediğimiz toplangaçlar sayesinde sığdırabildiğimiz için böyleyken böyle.

Şimdi ben bu güneşi görüp baharlıkla fırlayan, akşam hava soğuduğunda şalıyla/ceketiyle etrafta dolanan insanlara özenmeyeyim de ne yapayım? Ya yayla gibi evleri var, ya insan-üstü bir hava tahmin yetenekleri! Ha ya da meteorolojiden sevgili yapmışlar! Tabii ya! Gaddemit :/
Üşüdüm yine.

12 Mart 2011 Cumartesi

Ölüm dediğin nedir ki gülüm? ^^


Epeydir, epeydir dediğim yaklaşık bir-iki aydır gördüğüm rüyaları çok net hatırlayamıyordum. Karışık kuruşuk saçma sapan bir kaç kareyi anımsıyordum sadece. Çok sinir olduğum bir mevzu bu çünkü rüyalarımı çok severim ve bana çok yardımcı olurlar.

Bu sabah öyle bir rüyadan uyandım ki herhalde "en garip rüyalar top 10'u"mda ilk beşe girer. Her ne kadar bu tarz rüyalar anlatılmaz ya da suya anlatılır diye bilsem de bunu yazmak istedim.

Hayatımın sonunu gördüm rüyamda. Nasıl öleceğimi, yanımda kimlerin olacağını. Yaşayacağım son bir haftayı (zamanını bilmiyorum). Yaptığım telefon konuşmalarından tutun, aldığım eşyalara, üzerimdeki kıyafetlere, buluştuğum insanlara kadar. Bunun ayrıntısını anlatmak istemiyorum çünkü kimseyi bunalıma sokmak istemem durduk yere :) (Ha diyeceksin ki ulan niye yazdın o zaman, taşıyamadım tek başına resmen. Yazmak istedim, çatladım)

Ölüm ölüm diye birçoklarının tırstığı şey aslında o kadar hafifletici, o kadar sakin, o kadar huzur veren bir şey ki, inanamazsınız. Ölüm şekliniz trajik de olsa, sakin de olsa siz o son anları hissetmiyor, ağır çekimde izliyorsunuz. Sonrası mükemmel bir boşluk, dünya hayatıyla açıklayamayacağım bir huzur.

Özet geçiyorum dostlarım, her anınızı doya doya, dolu dolu, mutlu geçirmeye çalışın. Korku, endişe vs gibi duyguları rafa kaldırın. Hayat o kadar kısa ki :)

Sevgilerimle...

-spoiler-
Emniyet kemeri güzel bir şey. Kullanalım, kullandıralım.
-spoiler-